top of page

Tiradlar



Kadın Tiradları


Oyun: Keşanlı Ali Destanı

Yazar: Haldun Taner


Zilha

Ne diyordum efendicağızıma söyleyim. Beni bu eve evladı manviyatlık aldılar. Bir çocuğu birde Şamamayı gezdiriyorum. İşim o kadar. Şamama evin köpeği. Burda medeniyet varmış be. Eskiden ayaklarımı aydan aya yıkardım. Hem de çorabımı çıkarmadan. Oldu olacak ikisi birden yıkansın diye. Şimdi her gün banyo yapıyorum. Allahın günü yıkanan deri ne kadar yumuşak oluyormuş meğer. Amonyak kokusuna öyle alışmışım ki burada temiz hava ilkin ciğerlerime dokandı.

(Gider masanın üstünden bir resim alıp gösterir)

Filiz'in babası Bülent Bey illetli fakir; karısı evden kaçmış.Adam da böyle sönmüş fenere dönmüş.İhya Bey doktorlara ne paralar yedirmişnafile...Melankoli diyorlar düşman başına.Bana bazen tuhaf tuhaf koyun gibi bakar. (taklidini yapar)

Çok dokanıyor içime. Hani birinci perdede çişini bile unutan bunak profesör vardı yadeli doktoruymuş meğer o.Küçük beye şimdi o bakıyor. İki de bir evde benim kılık kıyafetime bile karışır.Yok saçını şöyle tarayok gözünü böye boya Deli mi ne? İhya Bey buba adam. Tuttuğu altın olsun neme lazım. Beni kızı gibi sever. Sen bizim evin maskotusun kız diyor. Uğur getiriyormuşum diye arada bir makas alır. Olacak artık o kadar. Madam olgaya tenbihat geçmiş. Bana oturup kalkma konuşma öğretsin diye. Kim bilir belkide iyi bir kısmet çıkarsa sevabına everecekler. Dünyada hayır sahabları daha ölmedi... (kapı vurulur)

Madam galiba. Sen misin madamcığım buyur...





Oyunun Adı: Martı

Yazan: Anton Çehov

Çeviren: Nihal Yalaza Taluy


NINA

Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir.) O kadar yorgunum ki... Biraz dinlensem! Dinlenebilsem... (Başını kaldırır) Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek... İyi... Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... Yavrum için korkuyordum hep... Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben.. Yo... Değil de... Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!.. Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikaye konusu... Gene de söylemek istediğim bu değildi. (Alnını uğuşturur.) Ne diyordum?.. Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede... Oyunumu, herşeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Siz bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme... Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum.




Oyunun Adı: Martı

Yazan: Anton Çehov

Çeviren: Nihal Yalaza Taluy


NINA

Yalnızım, yapayalnız. Bir şey söylemek için yüzyılda bir açarım ağzımı ve sesim bu boşlukta kederle çınlar ve hiç kimselere ulaşmaz... Sizler de, ey solgun alevler, işitmiyorsunuz beni... Sabah öncesinde çamurlu bataklıktan yükselirsiniz siz ve tan vaktine kadar sürtüp durursunuz, düşüncesizce, iradesizce, hiçbir yaşam kıpırtısı taşımaksızın... Sonsuz maddenin babası şeytan, bir yaşam kıpırtısı doğar korkusuyla, taşlarda ve sularda olduğu gibi, her an sizlerin atomlarını da değiştirir ve durmaksızın değişirsiniz. Evrende sürekli ve değişmez olarak bir tek ruh kalır sadece. Bomboş, derin bir kuyuya atılmış bir tutsak gibi, neredeyim, beni ne bekliyor, bilmiyorum. Fakat bir tek şey var bildiğim, çok iyi bildiğim: Maddi güçlerin yaratıcısı şeytanla amansız, acımasız kavgada, zafer mutlaka benim olacak ve sonuçta da madde ile ruh eşsiz bir uyumda birleşip kaynaşacak, bu ise dünyasal irade'nin egemenliği olacaktır. Fakat uzun, yavaş, binlerce yıllık bir sürecin sonrasında, hem ay, hem parlak Sirius, hem yeryüzü toza dönüştükten sonra gerçekleşecek bu... Ama o zamana kadar dehşet, dehşet... (Sessizlik. Göl üzerinde iki kızıl ışık görünür) İşte, amansız düşmanım şeytan yaklaşıyor... Korkunç, kızıl gözlerini görüyorum onun...




Oyunun Adı: Lysistrata

Yazan: Aristophanes

Çeviren: Azra Erhat - Sabahattin Eyuboğlu


LYSISTRATA

Biz kadınlar savaşın ilk günlerinde haddimizi bildik, her yaptığınıza boyun eğdik. Ağız açtırmadınız bize, sustuk. Ama yaptıklarınızı beğeniyor muyduk? Hayır. Olanın bitenin pek ala farkında idik. Çok defa köşemizden öğreniyorduk önemli işler üstüne verdiğiniz kötü kararları. İçimiz kan ağlarken, yine de gülümseyerek sorardık: "Bugünkü halk toplantısında barış üstüne ne karara vardınız?" Kocamız "Sana ne? Sen karışma!." der, biz de susardık.

Ama ara sıra da ne kötü kararlara varıldığını öğrenir ve sorardık: "Aman kocacığım, nasıl olur, bu kadar çılgınca bir işe nasıl girersiniz?" Ama kocamız bize yukardan bakarak: "Sen elinin hamuruyla erkeklerin işlerine karışma. Cenk işi, erkek işi!" derdi.

Başımızı derde sokuyordunuz, yine de bizim size öğüt vermeye hakkımız yoktu. Ama sonunda siz kendiniz başladınız bağırmaya ulu orta: "Erkek yok mu bu memlekette?" diye; erkekler cevap verdi size: "Yok, erkek yok bu memlekette!" İşte o zaman biz kadınlar toplandık ve Yunanistan'ı kurtarmaya karar verdik. Daha bekleyebilir miydik? Söz bizim artık, susmak sırası sizde. Aklınızı başınıza toplar, öğütlerimizi dinlerseniz, işlerinizi biz yoluna koruz.




Oyunun Adı: Kadınlar

Yazan: Doiro Fo

Çeviren: Füsun Demirel


KADIN

Bugün günlerden ne? Pazar. Pazar! PAZAR!!! Sen de bana bir şey demiyorsun.. Pazar günü çalışmaya gitmeye kalkıyorum. Ben deliyim. (Çocuğu bırakır, ağır ağır dans eder) PAZAR. (Şarkı söyleyerek) Pazarları iş olmaz, geç saate kadar uyunur. Ne güzel pazar... Yatağa bebeğim, bebeğim... yatalım ve bütün günlerin pazar olduğu bir düş görelim... Dünyanın sonuna dek... sonsuz PAZAR... Bütün yaşamın pazar olduğu bir düş görelim... Haftanın diğer günleri yok artık... pazartesiyi astılar, perşembeyi kurşunladılar, cumayı tutukladılar... hepsi öldü... Sadece pazar kaldı. Uykuya, uykuya... Eğer düşümde yeniden fabrikayı görürsem kendimi boğazlarım. (Bebek kolunda elbiseleriyle kendisini yatağa atar. Battaniyeyi başına kadar çeker)




OYUN: KOCASINI PİŞİREN KADIN

YAZAR: DEBBIE ISİTT

KARAKTER: HILARY

KOCAMI PİŞİRMEYE BENİ TERK ETTİĞİ GÜN KARAR VERDİM. BENİ TERK ETTİĞİ GÜN TAM ON ALTI SAAT BOYUNCA HİÇ DURMADAN AĞLADIM. AYNAYA BAKTIĞIMDA BÜTÜN YÜZÜMÜN ŞİŞMİŞ OLDUĞUNU GÖRDÜM VE BUNU SANA O YAPTI DİYE DÜŞÜNDÜM. O…….ROSPU ÇOCUĞU

ŞEY, KOCANIZ SİZİ TER ETTİĞİNDE AKLINIZA SÜREKLİ BÖYLE SÖZCÜKLER GELİR, HEMDE KOCAMAN HARFLERLE. ÖNCE SESSİZCE DUDAKLARINIZLA SÖYLEMEYE BAŞLIYORSUNUZ SESSİZ HARFLERİ TÜKÜRÜR GİBİ PATLATIYORSUNUZ VE SÖZCÜKLER GİDEREK KAFANIZIN İÇİNDE ÇINLADIKÇA ONLARI İÇİNİZDE DERİNLEŞTİRİYOR VE SESİNİ SONUNA KADAR AÇIYORSUNUZ, SÖZCÜKLER GİDEREK BÜYÜYOR, BÜYÜYOR, BÜYÜYOR VE SİZ DAHA FARKINA BİLE VARAMADAN BİR DE BAKIYORSUNUZ Kİ AVAZINIZ ÇIKTIĞI KADAR BAĞIRIYORSUNUZ ORRROOOSSSPUUUU ÇOCUUUUĞUUUUU

KOCANIZ SİZİ TERK ETTİĞİNDE NE DEMEK İSTEDİĞİMİ ANLAYACAKSINIZ.

İŞTE, OROSPU ÇOCUĞU HER ZAMANKİ GİBİ TAM ZAMANINDA GELMİŞ. ON DOKUZ YILLIK EVLİLİKTEN SONRA ONUN HAKKINDA SÖYLEYEBİLECEĞİM EN İYİ ŞEY HER YERE TAM ZAMANINDA GELMESİDİR. O KADIN DA GELMİŞ OOO ŞEEEY. BİRLİKTE AKŞAM YEMEĞİNE GELMİŞLER. ONLARI İÇERİ ALSAM İYİ OLACAK SANIRIM.

YOO, BİRAZ DAHA BEKLESİNLER.




Oyun: Yerma

Yazan: Federico Garcia Lorca


YERMA

Sus! Tek kelime bile konuşmayacaksın artık, tek kelime bile. Onuru yalnız sen ve sen gibiler düşünür sanıyorsun. Benim ailemden olanların da gizlenecek şeyleri olmadığını unutuyorsun. Hadi gel, yaklaş bana. Kokla üstümü başımı yaklaş. Orada bir koku bul da senin kokun olmasın. Çırılçıplak soy beni, meydana bırak, tükür üstüme. Karın olduğuma göre yap yapabildiğini. Ama üzerime yabancı bir erkek adı yapıştırmaktan sakın. Buğdayları yatıran o yelin nereden estiğini bilmem ama buğdayın nimet olduğunu sende bilirsin. Seni arıyorum seni. Seni arıyorum seni. Sığınacak gölgelik bulamadan hep seni arıyorum. İstediğim senin kanın, senin yardımın, itme beni. Gör bak ne kadar yalnızım. Gökte kendini arayan bir ay kadar yalnız. Bir bak bana...





Oyunun Adı: Bir Evlenme

Yazan: Nikolay V. Gogol

Çevirenler: Melih Cevdet Anday - Erol Güney


AGAFYA TIHONOVNA

Aman yarabbim... Karar vermek ne güç şeymiş... Bir kişi, iki kişi olsa ne ise... Ama dört kişi... Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama, pekala gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek... Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç'in dudaklarını, İvan Kuzmiç'in burnunu alsak... Baltazar Baltazaroviç'in de halini tavrını... Bunun üzerine de İvan Pavloviç'in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün... Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olour. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz... Hele aşık olan kızlar... Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun... İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kağıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A... hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor... Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta... yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın.




Oyun: Kız Kurusu Gül Hanım

Yazan: Federico Garcia Lorca


GÜL

Kocaya varmadan kocadım ben. Dün dadım söylüyordu, işittim, koca bulabilirmişim hala. Allah etmesin! Silin onu aklınızdan siz! Kanımla, canımla gönül verdiğim, hala da sevdiğim adamla evleneyim diyorsanız, yok öyle bir ümit. Kapandı o defter, niye aldatayım ki kendimi, yine de yatıyorum, kalkıyorum, bağrımda hep o korkunç, o onulmaz acı, ümitten kesilmenin acısı. Alıp başımı gideyim istiyorum.

Gözlerime bir perde insin istiyorum. Başım dinç, gönlüm bomboş kalayım istiyorum. Biçare bir kadının bile rahat soluk almaya hakkı vardır şu dünyada, değil mi? Neden öyleyse ümit peşimi bırakmıyor hala, etrafıma dolanıyor, dalıyor dört bir yanımı; eceli gelmiş bir kurt gibi can havliyle salıyor üstüme?

Öyle şeyler vardır ki anlatamazsın, kelimeye gelmez çünkü! Hadi dile getirdin diyelim, manasına varamazlar o zaman da. Sizden bir dilim ekmek, bir bardak su, hatta bir öpücük istediğimde, meramımı anlarsınız, ama yalnız başıma kalmaya göreyim, yüreğimi donduran, yahut dağlayan ben de bilemiyorum hangisi o kapkara elin ne demeye geldiğini ne anlayabilirsiniz, ne de sökebilirsiniz onu oradan.




Oyunun Adı: Herkesin Bildiği Sırlar

Yazan: Yavuz Özkan


KADIN

Yine gerçekle hayallerini birbirine karıştırıyorsun. Ortada kılıç yok, kan yok, çarpışma yok. Ortada iki insan var. Bir arada yaşamayı beceremeyen iki insan. Bırak şimdi yanımda bir herif görürsen ne yaparsını? Bırak bir kadın görürsem ne yaparımı? O sırada halen hayatımı düzene sokamamışsam, halen ne yapacağımı bilmiyorsam, halen yalnızlığıma bir çare bulamamışsam, halen geceleri ağlıyorsam, senin yanında birini görünce içim burkulur, üzülürüm, ne yapacağımı bilemem. “Hata mı ettim acaba?” diye düşünürüm, kıskanırım. Eğer o sırada mutluysam, âşıksam, dünya gözüme güzel görünüyorsa yanındaki kadın hiç etkilemez beni. Senin adına sevinirim. “Umarım iyi bir insandır”, “Umarım mutludur” derim. Hepsi bu. Sen de böyle yaparsın. İyiysen yanımdaki herifin pipisinin eniyle boyuyla uğraşmazsın. Sen de benim mutlu olmamı dilersin. Hepsi bu.




Erkek Tiradları


Oyunu Adı: Güldürü Üstüne Aldatma Ya da Tam Tersi

Yazan: Ahmet Önel


DALGACI

(Işıklar yandığında koltuğundadır. Elinde tenis raketi..) Ne çok şey anlatabilirim! Hoşsohbet biriyimdir aslında. Yine de, pek sevmezler beni. Nedense çekinirler. Huysuz herifin biri olduğum söylenir orda burda. Aldırmam. Her söylenen lafa kulak kabartırsanız işiniz iş demektir, yalan mı! Benim işim ise.. Size komik gelebilir belki ama, oyun oynarım ben. Sıkı bir oyuncuyumdur hani. Fazlasını sormayın, anlatmam. Bir işim daha vardır bu arada. Ona iş denir mi, bilmem ama.. (Kolundaki aleti gösterir.) Bunu saat sanırsanız aldanırsınız. Dünya nüfus göstergesidir bu. Şu an, evet şu an yeryüzünde kaç insan evladı var, anında söyleyebilirim. Tam tamına, altı milyar, yedi yüz yirmi milyon üçyüz kırkaltı bin seksen dört kişi. Yemin ederim ki doğru! Eh, ne yapalım, herkesin bir merakı var işte. Ben sizin o minik içki şişelerini yan yana dizip de eşe dosta gösterip böbürlenmenize karışıyor muyum! Aslında itiraf etmek gerekirse, sorumluluk duygusu fazla olan biri değilim. Sorumluluk almaktan da ana değilim hani. Dalgacının biri olduğum bile söylenebilir canım! Bana kalsaydı ne o, ne bu, şair olmak isterdim! Çok ciddiyim. Güzel, körpecik kızlar sırtımı kaşıyıp yelpaze sallarken ben de şarabımı yudumlayıp şiirler döktürseydim fena mı olurdu sanki! Ya da bir yazar olup öyküler kurmak! Bakın bu da fena değil.. Yeni yeni insanlar salardım yeryüzüne ve onlar birbirlerini didiklerlerken ben de bir köşeye çekilir ve keyifle izlerdim kurguladığım dünyayı. Olmadı işte! Ne yaparsınız, beni kurgulayan da böylesini uygun görmüş. Ancak hayatın kendine has kuralları var. Acımasız bir dünyayla burun buruna geliyoruz pencereyi araladığımızda. Üzümler kendiliğinden şaraba dönüşmüyor. Çaba gerekiyor çünkü. Sonuç olarak, şiiri çoktan bıraktım. Öyküye zaten başlamamıştım. Herkes gibi yaşamayı seçtim sizin anlayacağınız. Ayrıca bir yazar nedir ki! Eninde sonunda kendi gölgesiyle sohbet eden bir âdemoğlu! Yalan mı?

Şimdiden kantarın topuzunu kaçırdım bile. Yazmak şart değil ya, bir öykü anlatacaktım size. Her ne kadar yazar olamadıysam da, bir yazarın öyküsünü aktaracaktım. Aldığı bir siparişin heyecanıyla soluğu kıyıkentteki bir motel odasında alan bir düş ustasının öyküsünü, evet! Eh, motel masrafını ödeyecek olan kendisi değil nasıl olsa! Motelin en güzel odasına yerleşmekten kim alıkoyabilir ki kendisini! Ne keyifli bir durum, öyle değil mi! Ancak şu üzümdeki çaba burada da gerekiyor. Sözcüklerden şarap yapmak kolay mı sanıyorsunuz yoksa? Felsefe paralayacak değilim. Yüzüme gözüme bulaştırmadan öyküyü anlatabileyim, yeter bana. Son olarak söyleyeceğim şu: Yazarlar yarattıkları aracılığıyla özlemlerini dile getirirler biraz da.. Maharet sözcüklerde sizin anlayacağınız. Ah sözcükler! O görünmez kanatlar.. O duyulmayan kanat çırpışları.. Kimi zaman da nasıl aldatır biz çaresiz insanları! Bütün bu söylediklerim gibi tıpkı. Yoksa siz.. deminden beri konuştuğumu mu sanıyorsunuz? (Yerinden doğrulur, raketi sallayarak çıkar.)




Oyun: Sayfiyede Yaz

Yazan: Anton Çehov

Çeviren: Yılmaz Gruda


TOLKAÇOF

(...) (Duruş) Bak bir de şu halimi dinle. Neyse patırtı-gürültü sayfiyedeki eve varırım. Sanırsın ki bu çalışmam güzel bir yemek ve soğuk bir birayla mükafatlandırılacak, değil mi? Ve birazcık da şekerleme bir uyku? Ama ne gezer? Karım çoktan pusuya yatmıştır, tam ben çorbamı yudumlayacakken o pençesini atmıştır bile. “Acaba dansa yahut amatör bir sayfiye tiyatrosuna gidemez miyiz?” Hayır diyemezsin tabii. Gidersin tiyatroya. “Aile faciası” yahut ona benzer bir oyun oynuyorlardır. Ölmekten başka bir şey istemeyecek kadar hasta hissedersin kendini. Eğer dansa gitmişsek, vaktin karınla dans edecek bir herif aramakla geçer, olmadı mı kendin girişirsin karınla Kadril’e! Eve döndüğün zaman, vakit gece yarısını geçmiştir. Islak bir paçavraya dönmüşsündür ama nihayet kendi kendinlesindir. Soyunup yatağa yatarsın. Gözlerini yumarsın. Uyku! Harika! (Duruş) Ne şairane, değil mi? Çocuklar çığlık atmıyor, karından uzaktasın nihayet! İnsan başka ne ister? Uyumaya doğru gidersin. (Duruş) Nedir o? Hm! Sivrisinekler! Allah kahretsin! (yumruğunu eline vurur) Mısır vebası! İspanyol Engizisyonu felaketi! Sivrisinekler! (Sivrisinek vızıltısını taklit eder) Ne acıklı bir ses değil mi bu? Üstelik hüzün dolu bir ses. Sanki özür diliyor gibidir. Ama bu iğrenç mahluk bir soktu mu, artık bir saat, tırmık tırmık kaşınırsın. Ne yaparsın? Sigara? Sivrisinekleri öldürmek? Tepeden tırnağa örtünmek? Hiç biri fayda etmez. En iyisi onlara kendini teslim edersin. Bırak artık yesinler seni. (Duruş) Tam bu sırada başka bir azap başlar. Karının misafirleri gelmiştir aşağıya. Sopranolar. Tenorlar. Bu cins, gündüz uyur, geceleri amatör konserleri için prova yaparlar. Sivrisinekler onlardan daha zararsızdır. (Bir şarkıya başlar) Söyle bana, Ooo söyleme bana Gençliğin gitti havaya!




Oyunun Adı: Satıcının Ölümü

Yazan: Arthur Miller

Çeviren: Orhan Burian


BIFF

Okulda altı yedi yıl geçirdim; tek, içimde bir heves uyansın diye. Acentelerde katiplik, seyyar satıcılık, nasıl olursa olsun bir iş bence iyi idi. Oysa öyle yaşamak, yaşamak değilmiş. Sıcak yaz sabahları yer altı trenlerine tıkılmak, ömrün olduğu kadar senet kaydetmek, telefona cevap vermek ya da alıp satmak. Açık havaya çıkıp gömleğini atarak oturmak dururken yılın elli haftasını, iki haftalık tatil uğruna, işkence ile geçirmek. Yanındaki arkadaşlarının bir üstüne geçmekten başka bir şey düşünmemek: İşte, geleceğini güvence altına almak böyle yapmakla oluyor. (Heyecanı artmaktadır.) Savaştan önce evden ayrılalı beri yirmi otuz iş değiştirdim. Happy, hepsi de sonunda aynı çıkıyor. Bunun farkına ancak son zamanlarda vardım. Nebraska'da sürücülük ettiğim sırada, ondan önce Arizona'da, son kez de Teksas'da. Bu kez onun için eve geldim; galiba bunun farkına vardım da geldim. Son çalıştığım çiftlik var ya, şimdi orda bahardır. On beş kadar tayları olacaktı. Biliyor musun, anasıyla yavru tay kadar iç açan, göze hoş görünen manzara azdır. Hem şimdi oralar ılıktır da. Teksas şimdi ılıktır, bahar içindedir. Benim bulunduğum yerde de ne zaman bahar olsa içimden doğru bir şey depreşir. "Bir baltaya sap olamıyorum," derim; "Ben ne halt ediyorum, haftada yirmi sekiz dolarla yetinip atlarla vaktimi öldürüyorum. Otuz dördüne geldim, kişi ev bark edinmeli vakitken." İşte, öyle zamanlarda koşup eve geliyorum. Ama şimdi buradayım ya, ne yapıp edeceğimi kestiremiyorum. (Biraz durduktan sonra.) Eskiden beri yaşamımı boşa harcamamak baş düşüncemdi. Ama buraya her dönüşte yaşamımı boşa harcamaktan başka bir şey yapmadığımı anlıyorum.




Oyun: Danton’un Ölümü

Yazan: Büchner


DANTON

Ah! Bu saat sesi kesilmeyecek mi? Her tik takı duvarları dört yanımdan duvarları birbirine yaklaştırıyor, sonunda bir tabut gibi daralacak sanki...Çocukken bir defa bir kitapta böyle bir hikaye okumuştum, saçlarım dimdik olmuştu. Evet çocukken! Sanki marifet yaptık da vücudumuzu besledik, sıcak tuttuk, büyüttük, ölü gömücülere iş çıktı. Bana şimdiden kokmaya başladım gibi geliyor!Sevgili vücudum!Burnumu tutmak,senin dans etmekten terleyip kokan bir kadın olduğunu düşünmek, sana iltifatlar savurmak istiyorum. Mamafi birbirimizle zaten iyi demler geçirdik. Yarın kırılmış bir kemansın; son nağmen kesilmiş bulunacak, yarın boş bir şişesin: son damla şarabın içilmiş...Ama ne fayda, ben yatağıma kafam dumansız, uslu uslu uzanacak olduktan sonra; hala sarhoş olabilenler ne mesut insanlardır.!...Yarın bacaklardan sıyrılmış bir pantolonsun: dolaba atılmış olacaksın, ve güveler seni kemirecek. Kokabildiğin kadar kok! Ah! Bütün bunlar bir şeye yaramıyor!Evet,çok doğru,ölmeye mecbur olmak öyle hazin ki!Ölüm doğumu bir maymun gibi taklit ediyor;ölürken de ,tıpkı yeni doğan çocuklar kadar çıplak ve aciziz.Tabi kundak yerine kefen alıyoruz.Ama ne işe yarıyor ki?Mezarda,tıpkı beşikteki gibi istediğimiz kadar feryat, figanda edebiliriz! Camille! Uyuyor...(üstüne eğilerek)Kirpikleri arasında bir rüya oynaşıyor.Uykunun altın renkli çiğ damlacıklarını gözlerinden silmeyeyim!(Kalkar ve pencereye gider)Yalnız gitmeyeceğim, eksik olma Julie! Ama gönlüm isterdi ki, bambaşka bir şekilde öleyim. Şöyle zahmetsizce! bir yıldızın düşmesi, bir sesin kendi kendine sona erişip sönmesi, kendi dudaklarıyla kendisine ölüm busesi kondurması gibi; şöyle, bir ışık hüzmesinin, aydınlık dalgalarda gömülmesi gibi...Yıldızlar gecenin içine, ışıldayan göz yaşları gibi dağılmışlar; onları döken gözler çok büyük bir bahtsızlığa ağlıyor gibiler.




Oyun: Yalancı

Yazan: Carlo Goldoni


PANTALONE

Aferin sana.Bana martaval yutturmaya kalktın,öyle mi ? Kalk ayağı,yalancı düzenbaz seni. Napoli'nin okulu sana öğrete öğrete bunu mu öğretti? Daha Venedik'e geldiğin gün babam görmeden, tanımadığın bilmediğin kızlara takılıp şerefleriyle oynuyorsun. Önüne gelene kendini Napoli'li Don Astrubale diye tanıtıp kendine milyoner süsü veriyorsun. Daha neler de neler. yok prens torunu imiş efendim, asilzade torunu imiş. Bir kral olmadığın eksık. Binlerce yalan uydurarak binlerce namuslu kızın iffetini lekeliyorsun. Ya bana attığın yalanlar? Seni bunca sene hasretle bekleyen ihtiyar babana attığın martavallara ne demeli? Niçin, evlenmediğin halde evlendim dedin? Biriseide, bilmem Policarpio ile basılmalar, silah çekmeler, neler de neler. Bana yok yere hayali bir gelin, bir torun için göz yaşı döktürdün. Bir ihtiyarı en hassas yerinden yakaladın. Niçin, neden uyduruyorsun bu yalanları kuzum? Uygar bir insan, ailesinin soyluluğu ile değil, kendi yaptığı işlerle yükselir. Bir tüccar saygınlığını, doğruluğu ile kazanır. Bir kez adın çıkıp güvensizlik kazandın mı, doğru dahi söylesen artık kimse inanmaz; herkes güven duymadan bakar sana. Bu hareketinle Bisognosi ailesinin adını da kirletmiş, onurunu ayaklar altına almış oldun. Yazıklar olsun sana. Gerçekten pişman olduğunu bilsem, zarar yok unutulur diyeceğim. Ama korkarım sen yaradılıştan yalancısın, ilerde daha da beter olacaksın. Demek sen Napoli'li ile evlenmedin? Hiçbir kadınla ilgin yok mu? Bak, iyice düşün öyle söyle!




Oyunu Adı: Godot'yu Beklerken

Yazan: Samuel Beckett

Çeviren: Tuncay Birkan


VLADIMIR

Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! (Bir an, şiddetle) Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? (Estragon hiçbir şey söylemez) Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot'nun gelmesini bekliyoruz. Ya da gecenin çökmesini. (Bir an) Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte. Aziz değiliz ama bu da sonu işte. Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik. Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir?




Yazar: Tuncer CÜCENOĞLU

Oyun: Kadıncıklar


PARLAK

Şimdi, Abdullahcığım.. İlk filmimi çevirmekteyim.. Cüneyt ağbi başrolde.. Kız da Türkan Sultan.. Cüneyt ağbi gariban, bizim gibi.. Türkan Sultan varlıklı bir pezevengin kızı.. Cüneyt ağbi de yoksul bir pezevengin oğlu.. Aşk ferman dinler mi, bi görüşte vuruluyor Cüneyt ağbimize.. Buluşacaklar.. Türkan Sultan arabasıyla, yoksul delikanlı Cüneyt ağbimizin beklediği Sarıyer sırtlarına gelmektedir.. Cüneyt ağbi uzaktan arabayı tanıyor.. "Sultan, Sultaaaan" diye koşarken, aniden bir kamyon.. (Müzik sesi yapar) altına alıyor Cüneyt ağbiyi.. Kör oluyor kör.. Artık o, kör bir kemancıdır!.. Ona acıma, gözleri açılacak sonunda.. Bana acı asıl.. Dublör benim!.. Kamyon bana çarpıyor, Cüneyt ağbi yatıyor.. Sahneyi yeniden çekiyorlar, kamyon bana çarpıyor, Cüneyt yatıyor.. Beğenmiyorlar yeniden çekiyorlar, kamyon yine bana çarpıyor.. Cüneyt yatıyor!.. Türkan'ın sevgisi sahte değildir.. Babasının karşı koymalarına rağmen, Cüneyt'in çalıştığı, kör keman çalıp arabesk söylediği meyhaneye gelmektedir, her gece. Buraya dikkat.. Yeşilçam'da bir kahve vardır, siz görmediniz oraları.. O kahvede bizim figüran takımı bekler.. (Duygulanır..) Bir rol verilir umudu ile beklerler.. (Yeniden neşeli.) İşte o kahvede, günlerdir bir rol verilir umuduyla bekliyoruz.. Bir minibüse doldurdular hepimizi.. Yallah Sarıyer sırtlarındayız.. İşte o meyhanedeki içki içenleri oynayacağız.. Hani dedim ki, madem içki içenleri oynayacağız, filme uygun olarak sosyal gerçekçi olsun, baştan bir iki kadeh atalım.. Tam bizim sahne geldi ki hepimiz zom, aynen.. O Memduh olacak bağırdı!.. Recisör.. "Ben sizden meyhanede içer gibi yapacak adamlar istedim.. Bunlarla olmaz.." Ben de vallaha da billaha da sırf latife olsun diye, kolumla da destekleyerek "Yeşilçam'da ayık adam nah bulursun!." demiş bulundum. Birden, başta Memduh ağbi olmak üzere, setçisi, ışıkçısı, kameramanı ve hatta Cüneyt'in üstüme doğru geldiklerini gördüm.. Fatma abla var ya, o da çekimi seyrediyormuş, ayakkabıyı çıkarttığı gibi yallah üstüme!. Yer misin yemez misin? Hani, Cüneyt karateci ya, kolumu kırmaya çalışıyor, Fatma topuklusuyla başıma, hele o Türkan yok mu, bi de hanımefendi derler, hayalarıma hayalarıma ver ediyor tekmeyi.. Memduh ağbi desen, durmadan kafa atıyor!.. Tam bayılıyordum ki Memduh'un şunu söylediğini duydum: "Bu ipneyi!" Yani beni! "Bu delikanlıyı, en seri vasıtayla İstanbul il sınırları dışına çıkartın, bu yaştan sonra hapishanelere giremem!" Gözümü açtığımda burdaydım, Ankara'daydım.




Oyunu Adı: 4. Murat

Yazan: Turan Oflazoğlu


SULTAN MURAT

Kur’an’dır bu! Her karanlığı aydınlatandır bu! Bütün sözlere, bütün eylemlere hakandır bu! (Kalabalığın üstüne yürür.) Kur’an’dır bu! Yerin göğün sırrını kesin buyruklarla açıklayandır bu! Tekmil peygamberleri doğrulayandır bu! Kur’an’dır bu! (Yavaş yavaş tahtına doğru çekilerek) O doğmayan ve doğurmayanın ağzından, doğrudan doğruya onun ağzından konuşandır bu. O ki yerde insanların yürek vuruşunu ayarlayandır, gökte yıldızların dönüşünü sağlayandır. Onun ağzından konuşandır bu! (Oturur.) Kur’an’dır bu! (Bekler. Kalabalık büyülenmiştir. Murat, Kur’an’dan bir yer açar, sessiz okur, sonra.) Sultanlar sultanı Hud suresinde buyuruyor ki: "Büyüğünüz sizden nasıl davranmanızı isterse, öyle davranacaksınız kullarım!" Sorarım size: Bu kitabın yanıldığını ileri sürecek Müslüman var mı içinizde? Sultanlar sultanı Et-tevbe suresinde buyuruyor ki: "Ey inananlar, Tanrıdan korkun ve sadık kişilerle beraber olun!" "İnananlar" deniyor... Tanrıya inanmayan Müslüman var mı içinizde? Derim ki kullarım, kıyamet göğü gergin bir davul kesilip gümbür gümbür ötmeden, yeryüzünü karanlık yankılar kanlı çığlıklarla tir tir titretmeden derim ki, gecenin sarp doruklarından öfke yangınları kopmadan, yamaçlardan inen som ateşten süvariler tüm kentleri köyleri kasıp kavurmadan, derim ki, kara elmas tolgalı başbuğ, o yağız Yokluk Sultan, suçlu suçsuz bütün canlıları şimşek bakışlarıyla eritmeden, güzel çirkin tekmil bedenleri kül etmeden. kullarım, derim ki kendinize gelin iş işten geçmeden!


Oyun: Fehim Paşa Konağı

Yazan: Turgut Özakman


RASİM BABA

Ebe kadın “Oğlun oldu!” deyince, çektim tabancamı, grav grav grav tavanı kalbura çevirdim. Oğlan yürüdü, kurban kestim. “Baba…” dedi, kırk yoksulu giydirdim. Sünnetinde sevinçten öyle içmişim ki, az kaldı karım diye kaynanamın koynuna giriyordum. Ee muhterem, keyiften kabıma sığamıyorum. Aksaray’ı haraca kestiğim zamanlar. Şamarımı yiyen, Allah canımı alsın, feleğini şaşırıyor. Bir gün Fehim Paşa’nın vekilharcı Nuri Bey geldi, “Paşa seni görmek istiyor,” dedi. Bilirsin, bir kabadayı sivrildi mi paşa çekip yanına alır ki bir başka paşaya gitmesin. Böylece Fehim Paşanın adamı oldum muhterem. Fırtına gibi esmeye başladım ki, maazallah. Bir gün Fehim Paşa beni çağırtmış, çıktım huzuruna. “Rasim,” dedi. “Tanaş’ı madara edeceksin. Canımı sıkmaya başladı.” Tanaş Galata’nın haracını yiyen bir Rum kabadayısı. Babayiğit kabadayıydı ha. Öyle cavalacoz külhanbeylerden değildi. Haber yolladım, “Yoluma çıkmasın, ezerim,” diye. Başladık birbirimizi kollamağa. Bir akşam Marika’nın evinde karşılaşmaz mıyız? Herkes bir yana sindi. Saz sustu. Koltuğumun altından saldırmayı çekip ayağımın ucuna attım. O da saldırmasını çıkarıp benim üstüme fırlatmaz mı?


4.081 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


hediye-karti.png

Sevdiklerini Mutlu Etmenin

Şimdi Tam Zamanı

İhtiyacın Olan Şey

Kendine Bir İyilik Yapmak

bottom of page