TEBLİGAT: SADIKLAR PLANI
CİLT 2
Mahşer Günü ve Vazifeliler
Celse-15... Kademe-5... 31-5-1964... Cilt-2
S: Sual sormamız kabil midir?
P: Evet. Sorunuz.
S: Geçen celse, 'Safha, kâinat içinde başlıbaşına bir kanunlar yekunudur' dediniz. 'Safha' içinde bulunan varlıklar acaba mevcut mudur? Yani, muayyen bir tekâmül kesiti içinde bulunan varlıklar acaba mevcut olabilir mi?
Medyom : Anlamadım sualinizi. Bir daha tekrar edin.
S: Herhangi bir 'safha'yı nazar-ı itibare alsak, ki buna tekâmül kesiti denmişti (!) geçen celse, böyle bir kesit içinde bulunan varlıklardan bahsetmemiz kabil midir acaba?
Medyom : Anlayamıyorum.
S: Biz kendi düşünüş açımızdan muayyen bir kesit aldığımızı düşünürsek...
Medyom: Nerde?
S: ... vc bu kesit, tekâmül kesiti yani, bir 'safha' olarak gözönüne alınsın; muayyen bir 'safha'nın kesiti olsun bizim için. Bu kesit içinden tabiatı ile herhangi bir varlık geçmek mecburiyetindedir. Fakat biz böyle bir varlığı kabûl etmekle beraber aynı geçiş anında diğer varlıkların da mevcut olabileceğini kabûl edebilir miyiz?
P: Medyom transtan çıktıktan sonra anlatınız bir daha.
(Medyom transtan çıktı; durum ve sorulmak istenen şey anlatıldı. Medyom tarafından anlaşılmış olduktan sonra yeniden temas kuruldu.)
P: Önce sizin zihninizde, 'safha' ile 'realite'yi tefrik eden ana temayı belirtiniz.
S: Geçen celse, üstte alıntısını yaptığımız 'safha' tarifinden de anlaşılacağı üzere, safha muayyen kanunların bir yekûnu ve bir varlık tarafından bunun yapılmış ve varılmış bir sentezi olarak düşünülüyor. Fakat 'haller'e yani realiteye gelince, burada daha dar açıdan ve muayyen bir kanun çerçevesi dahilinde hareketler gözönüne alınmaktadır.
P: Evet,
S: Realitelerde ben biraz daha değişik düşünüyorum. Evvelâ, 'safha' dediğimiz zaman, muayyen, belli adetteki kanunların tâbi olduğu bir bölge diyelim, faaliyetini gösterdiği bir bölge diyelim. Bu, her zaman için varit. Fakat varlıkların muhtelif ruhî durumları var bu esnada, gene kanunun tesiri altında bulunmakla beraber. Bu sübjektif durumlarını varlıkların realiteleri diye anlıyorum. Gene kanunun şümulü dahilinden hiçbir zaman çıkamıyor. 'Safha'da bu kanunların idrâki neticesinde ancak başka müteakip bir 'safha'ya geçiş temin edilebiliyor; bu kanunlar tamamen öğrenildikten sonra. Bunu, meselâ büyük tekâmül kesitleri diye düşünüyorum. Meselâ hayvanlık safhası, insanlık safhası ve insanlığın da kendini alâkadar eden kanunları kaç tane ise, öğrendikten sonra geçeceği bir insanüstü safhası olarak düşünüyorum.
P: Şimdi sualinizi bir daha okuyunuz.
S: Aynı 'safha'nın, yani bir tekâmül kesitinin içinde bulunan varlıklar mevcut olabilir mi? Böyle varlıklar aynı kanunların âdeta birer tezahür vasıtası olmaktadırlar. Yani, bu varlıklar, aynı şekilde hareket ve davranışa sahip bulunuyorlar demektir. Bu durum varit ise, neden dolayı sadece 'satha' içinde olmaktadır da, realite kademeleri içinde vukua gelmemektedir?
P: Bu durum, size tekrar ettirdiğimiz 'safha' ve 'realite' tarifleri içinde mevcuttur. Şöyle ki: 'Safha', kendisine nakledilmiş şeyleri, tasfiye olmuş şeyler olarak almak mecburiyetindedir. Tasfiye olunmuş, birinci anlam olarak itdrâk sahibi olmuş demektir, idrâk sahibi olmak ise; bir kanunun dokularına, hücrelerine bakışlarını teksif edebilecek kadar nüfuz-u nazar sahibi olmuş olmak demektir. Halbuki realitede, devamlı bir oynaklık, kaçış mevcuttur. Realitenin bütünlüğünü muhafaza eden kanunun dokularına ve hücrelerine nüfuz edecek bir nazar yoktur. Sadece, bir kimsenin hasseleri ile bir eşyayı tanıyışı gibi, sathî bir tanıyış vardır bu kanunları. Demek ki hülâsa; realite, 'haller' içinde bulunan bir varlık, kendisinde bu 'hal'leri tevlit eden kanunların aktivasyonuna güre bir aktivite içinde bulunur. Yani o, bir nevi, muhtelif yönlerden esen rüzgârın şiddetine tâbi bir yelkenli gibidir. Marifeti, devrilmeden belirli bir istikamete gitmek için manevra yapabilmektir. Halbuki, 'saflıa'da; yelkenliye hâkim olmak geçmiş, rüzgâra hâkim olmak başlamıştır Evet.
S: Başka bir suale geçmek istiyorum.
P: Bu hususta sormak istediğiniz var mı? Önemli bir noktadır.
S: 'Safha'lan...
P: Tefriki iyi yapınız.
S: Diğer suallerden sonra soralım diyorum.
P: Pekâlâ.
S: Geçen celse, 'Safha, kâinat içinde başlıbaşma bir kanunlar yekûnudur' dediniz. Kanunların şümûl ve miktarlarının her 'safha' için değişik değerde olması iktiza ettiğine göre, 'safhalar arasında bir tefrik yapmamız acaba doğru olmayacak mıdır?
P: ‘Safhalar arasında bir tefrik yapmanız doğru olacaktır. Fakat bu tefrikiniz gene, o ‘safhaların idrâki ile mümkündür.
S: Yani herhangi bir 'safha'nm içinde bulunabilmek için, herhangi bir varlık, o duruma, o 'safha'ya eriş durumuna ulaşabilmek için birtakım alt değerdeki basamaklara basması icabediyor.
P: Alt değerde değil. Bir klavyenin muhtelif seslerinde dolaşması gibi, çeşitli kanunlardan geçmesi icabediyor. Yatay bir geçiş. Dikey bir geçiş değil. Bunlar farktı şeylerdir. Dikey geçişler birbirinden farklı, apayrı şeylerdir. Halbuki bir klavye misalinde olduğu gibi, tuşlar bir seviyededir; fakat farklı nüanslar arzeder, îşte sizler yani bütün varlıklar, ancak içinde bulundukları realitenin veya varsa, 'safha'nın idrâkine sahiptir. Daha bir üst 'safha', onun içine girilmedikçe anlaşılamaz. Suret-i kafiyede anlaşılamaz, bilinemez de. Ve bu yüzden yeryüzündeki tekâmül batidir. Çünkü 'o safha'da bulunanların adedi çok seyrektir. 'O safha'dan kasıt; daha bir üst 'safha'dan bahsediliyor, klavyenin daha ince vibrasyonlu olan kısımları. îşte bu yüzden yeryüzünde bu 'safha'lan tebşir eden pek çok olaylar meydana getirilmektedir. Ve gene işte onun için daima 'müşahede ediniz' denmektedir. Müşahede edişiniz, sîzdeki katmerlenmiş bilginin daha üst bir projeksiyonla irtifa kazanmasını temin içindir, size bilgi verilmek için değil. Bu daha üstün projeksiyonun ekran olduğu bir 'safha'yı belirtmek, göstermek, cezbetmek için, devamlı olarak onunla ilgili fragmanlar içindesiniz. Bu fragmanları bir araya getirebilmek ve bir senaryo teşkil edebilmek sizi bir üst 'saf ha'ya layık kılar. ‘Haller'iniz ise, realiteniz ise, bu fragmanların ancak fotoğrafları ile meşgul olmak demektir. Bu misallere iyi dikkat ediniz. Evet.
S: Bu bahsedilmiş olan fragmanların bir senaryo halindeki sentezi, muayyen bir 'safha'yı teşkil ediyor. Bu 'safha' yine demin bahsedilmiş olan klavyenin, yatay klavyenin daha ince vibrasyonlarındaki mevkiine mi işaret etmektedir?
P: O istikameti işaret etmektedir. Mevkiine değilse dc istikametinedir.
S: Bu istikamet acaba tekâmül istikameti olarak nazar-ı itibare alınabilir mi?
P: Onun dışında nazar-ı itibare alacağınız başka bir şey var mıdır?
S: Hayır. 'Safha'ların birbirine nazaran üstünlüklerinden bahsetmiştim geçen celsedeki bir sorumda ve bu üstünlükleri biz [yine yanlış olarak] dikey durumda düşünmüştük. Fakat şimdi yatay durumda düşünüyoruz.
P: Evet.
S: Eğer büyle ise, bizim de anlayışımızda bir tetabuk durumu var neticesini çıkartacağız. Yok böyle değil de, eğer dikine de, bilemediğimiz şekilde birtakım yükseliş durumları mevcutsa, bu hususta bilgi rica edeceğiz.
P: Şekil itibariyle takılmayınız. Esas mesele, klavyedeki tuşların yanyana gelişidir. Bu klavyeyi dik vaziyete dahi getirmiş olsanız, tuşlar gene yanyanadır. Fakat, ne vakit ki herbir tuşu birbirinin altına dizersiniz, o zaman hiç bir ses elde edemezsiniz. Çünkü bir üsttekine dokunduğunuz zaman, o, bir alttakine temas edecektir. Anlaşılıyor mu?
S: Yani yatay olarak düşünmemiz her halin, her realitenin birbirinden ayrı bir ses çıkarmasını anlayabilmemiz için herhalde verilmiş oluyor.
P: Evet, evet, klavyeyi istediğiniz şekle sokabilirsiniz, fakat tuşlar daima yanyanadır. Üstüste değil,
S; Yani bu tuşların yanyana oluşunu bir sıralanış olarak kabûl etmeyecek miyiz acaba?
P: Bunu bir sıralanış olarak kabûl edebilirsiniz. Fakat bu ferttedir. Her bir klavye, bir orijinal [ligi] ifade eder.
S: Bu fragmanların bir senaryo halinde birleştirilmesi bizim için esas olmaktadır.
P: Esas olan odur ve fıadisat ismini verdiğiniz bütün fragmanlar bir safhanın kendiliğinden aksiyonlarıdır. Buna dikkat ediniz. Şimdi sorunuz tekrar.
S: Efendim, biraz önce varlığın realitedeki durumu ile 'safha'daki durumu arasında 'Tefriki iyi yapınız' dediğiniz zaman biz şöyle düşünmüştük: Bir 'safha'nın muayyen adetteki kanunları cari olduğu için, bundan istifade edecek varlıklar da o kanunların şümûl derecesine tâbi oluyorlar. Bunun daha ilerisinde, tekâmül bakımından ilerisinde bir 'safha'da olan varlıklar ise, şümûl itibariyle daha farklı birtakım kanunlara tâbi olduklarından değişik bir sıra teşkil ediyorlar. Bunun içindir ki safhaları bitki, hayvan, insan ve insanüstü olarak düşünmüştüm. Bilinecek olan tüm kanunların o 'safha' için tam olarak bilinmesinden sonra, bu duruma gelinmesinden sonra o kanunların âdeta tatbıkçisi olunuyor neticesini çıkartmıştım. Bu celsedeki yelkenli misalinizden de bunu anlamıştım. Başlangıçta seyredilen ve tâbi olunan rüzgarın sonunda estirilen rüzgar haline getirilmesi, ruhî bir aktivasyonu gösterir; ki bu, kanunun tamamen öğrenilip tatbik edilmeye başlanmış olduğuna bir delildir. Ayrıca, meselâ insan safhasında da, hayvan safhasından gelişin ve hâkim olunan bazı kanunların bir belirtisini de görüyordum. Acaba bu düşüncelerimde ne dereceye kadar doğruluk vardu diye sormak istiyordum.
P: Önce, konu dışı bu tarzda tiratvari konuşmalardan vazgeçiniz. Bilginizi, fikrinizi kısa ve öz olarak ifade etmek kabiliyetini kazanınız. Bunu kazandığınız zaman fiilleriniz de kısa ve Öz olacaktır. Bütün aksaklıklarınız, düşüncenizi ifade etmekteki dolambaçlı hallerden ileri gelmektedir. Neticede düşünce ifade edilmiştir; fakat yorgun vc bitap düşülmüştür. Aynı durum, herhangi bir fiili tatbik ederken de caridir. Mümkün olduğu kadar az mukavves hareket ediniz. Sizin söylediklerinize gelince, bunların teyidi anlattıklarınız içinde vardır. Teyit edilir. Evet.
S: Bizim bugünkü suallerimiz bunlardan ibaret.
P: tki hafta celsemize ara vereceğiz. Bu arada, celseleri süratle gözden geçiriniz. Ve Kuran’dan 90'mcı sayfaya kadar aldığınız bilgilerin tatbikatını yapınız.
Şimdi dinleyiniz : Bir adam bir inci tanesi buldu. Bu inci tanesini karanlıkta görüyordu ve aydınlıkta görmüyordu. Ve bir gün, bir diğer adam bir inci tanesi buldu. Bu adam inci tanesini aydınlıkta görüyordu ve karanlıkta görmüyordu. Bir diğer adam, hiçbir inci tanesi bulmadı. Fakat o, inciyi hem aydınlıkta hem karanlıkta görüyordu. îşte bu adam, diğer iki adamın idarecisi oldu; çünkü biri karanlıkta inciyi kaybediyor, biri aydınlıkta. Karanlıkta kaybedene karanlıkta inci veriyor, aydınlıkta kaybedene aydınlıkta inci veriyor. Hiçbir inci onun değil, fakat her incinin hareketi ondan..
コメント