top of page

SADIKLAR PLANI: Mahşer Günü ve Vazifeliler - 14. Celse

TEBLİGAT: SADIKLAR PLANI


CİLT 2


Mahşer Günü ve Vazifeliler



Celse-14... Kademe-5... 24-5-1964... Cilt-2

P: Suallerinizi sorunuz.

S: Çeşitli realiteler, uygun tertipler altında muayyen bir 'safha'yı mı meydana getirmektedir? Meselâ vicdan saf­hası. Bu safha için çeşitli realiteler mümkün mü?

P: Bir daha okuyunuz,

S: Çeşitli realiteler, uygun tertipler altında muayyen bir 'safha’yı mı meydana getirmektedir?

P: Evet?

S:1 Meselâ vicdan safhasından bahsettiğimiz vakit, bu safha içinde çeşitli 'hallerin mümkün olabileceğini düşündük. Acaba bu 'haller arasında bir kademe farkı mevcut mudur?

P: Sizin buradaki 'safha1 dediğiniz husus bir 'realite’dir. Yanlış terim kullanıyorsunuz. Vicdan realitesi.

S: Buna bir 'safha' diyemeyeceğiz demek ki..

P: Hayır.

S: İdrâk hakkında da...

P: Aynı şeyi düşünebilirsiniz. Fakat, idrâk durumu de­ğişik bir durumdur.

S; Bunun için 'safha’ kelimesi kullanılabilir mi, idrâk için?

P: Evet. Bu yüzden değişiktir. Çünkü idrâkte, vicdan realitesi mevcut değildir. Bu manada bir idrâk.

S: Şu halde 'safha'yı 'realitemden ayırdedecek vasıflar acaba neler olabilir? Daha şümûllü, olması lâzım.

P: Onların aynen insan cevheri gibi yeganelisi sözkonusudur. Fakat bunu tespit edebilmeniz mümkün değildir. Onlar öyle bir durumdadır ki, bu 'safha' ismini verdiğiniz tekâmül kesiti, diğerleri ile tamamiyle farklıdır. 'Safha'lar arasında tampon bölgeler vardır. Tampon bölgelerden ka­sıt, varlığın analiz ve sentez yapabilme kabiliyetinin devam­lılığı demektir. Orası öyle bir yerdir ki, orası öyle bir şuur sahasıdır ki, orada daimî bir analiz ve sentez faaliyeti mev­cuttur. Ve işte bu ikisinin arasında, yani bu tampon böl­ge[ler] in sağında ve solunda, altında veya yukarısında ka­lan kısımlar birer 'safha'dır. Her 'safha' kendi arasında muh­telif realiteler de taşır. Meselâ vicdan realitesinde olan], yani realitesi vicdanî olan, vicdan ölçüleri yahut vicdan ismı[m] alan muayyen bir bilgi ışığı altında hadisatı tetkik eden ve mütenebbih olan bir varlık için aynı zamanda bir­çok sair realiteler de mevcuttur. Basit olarak; meselâ his, meselâ egoizm, meselâ belirli bir ekolün vermiş olduğu fik­rî kabûller vesaire, vesaire... Fakat bunlarda hâkim olan un­sur, yani bunları maksatlı bir çalışma içinde götüren unsur, belirli kapasitede bir bilgi yekûnu olan vicdandır.

S: Vicdan realitesi diye isimlendirdiğimiz realitenin, ken­dine mahsus olan' bir bilgi kapasitesi mevcut, Bu bilgi ka­pasitesi içinde bulunan bir varlık, bu bilgisi İle mütenasip olarak herhangi bir analiz ve sentez faaliyetinde bulunu­yor mu?

P: Evet.

S: Bu bulunuş durumuyla 'safha' dediğimiz dürüm ara sında acaba ne gibi bir ilgi vardır?

P; Bu 'realite' ile 'safha' dediğiniz şey arasında, [üstte] de söylediğim gibi, 'yeganelik' hususiyeti vardır. Vicdan de­nen muayyen bir bilgi; mütecanis ve aynı doz ve değerde olan bilgilerden terekküp etmemiştir. Muhtelif unsurların bir araya gelmesiyle gayr-i saf,_ daha doğrusu gayr-i müte­canis bir bilgi topluluğudur. Halbuki, 'safha'da; bu gayr-i mütecanis hal [durum], mütecanisliğe, gayr-i saf olan, safi­yete inkılâp etmiştir. Ve 'safha'nın ileri kısımlarına doğru hareket edildikçe, bu durum yavaş yavaş bozulacaktır. De­mek ki 'safha', tampon bölgelerin uç kısımlarında asıl ben­liğini kazanır. Veyahut yitirir. Bu aynen şuur sahası gibi dir. Şuur sahasının maddeye [yakın] olan kısımları, mad­dî ünsiyetle gayr-i mütecanis haldedir. Fakat, derunî kısım­lar, aslî benliğe daha yakın [olan] kısımlarda ise, onun do­kusu mütecanis bir durum arzeder. Bilmem bu maket size bir fikir verdi mi?

S: Evet efendim. Daha iyi anlayabilmek için bir iki sual daha sormamıza izin verir misiniz?

P: Evet, buyurunuz.

S: Şimdi bu bahsetmiş olduğunuz 'safha', muayyen bir kademeye ait olarak düşünülebilir. Muayyen bir kademenin 'safha'smı, acaba daha üstün bir kademenin 'hal'I veya rea­litesi olarak ele almamız kabil olabilecek inidir?

P: Her vakit mümkün olmaz. Şu bakımdan: Bir defa 'safha', kâinat içinde başlıbaşına bir kanunlar yekûnudur. Madem böyle bir soruyu açtınız, izah edelim: 'Safha', esas itibariyle, varlığın kâinatlar içindeki tâbi olmuş olduğu ka­nunların şümûl ve miktarına tâbi bir hususiyetle muttasıftır. Yani, 'safha' dendiği zaman, kâinatın belirli birkaç kanunu veyahut bilinemeyecek tertipte ve düzendeki birkaç kanunu içinde bulunmak ve bunlar dahilinde amel eylemek manasını anlamak lâzım. Böyle olunca, daha evvelki suali­nizin cevabı kendiliğinden çıkıyor. Bir yukardakinin bir aşa­ğı [sm]daki, realitesi olamaz. Çünkü her ikisi de, ayn ayrı tabiat kanunları içindedir. Bir kanundan diğer kanuna ge­çiş bakidir. O kanunun şiddet derecesinden çıkıp, diğer ka­nunun şiddet derecesine tâbi olmak sözkonusudur. Böyle olunca, varlığın realitesi meselesi de ancak içinde bulunda ğu 'safha'nın, daha doğrusu tâbi olduğu kanunun kendisine yaptığı müessiriyetin bir yankısı olmuş olacaktır. Anlaşılmış mıdır?

S; Evet. Bu sualimizi şundan dolayı sormak gereğini hissetmiştik: 'Safha', muayyen ve mahdut miktardaki reali­telerin âdeta bir toplamı olarak...

P: Evet, evet, evet... Bu, kanunla sembolize edilmiştir, [oysa realitelerle dediniz, bu yanliştır].

S: Yani acaba, bahsetmiş olduğunuz bu 'safha' da, diğer bilmediğimiz 'safha'lardan müteşekkil yeni ve üstün bir 'safha'nın realitesini mi temsil etmektedir?

P: Hayır. Burada, bir piramidal gidiş sözkonusu değil­dir. Anlatmak istediğiniz anlaşılmıştır. Piramidal bir gidiş sözkonusu değildir.

S: Muayyen bir 'safha'nın ‘hal'leri arasında acaba 'hal­ler bakımından bir kademeleşme, bir fark mevcut mudur?

P; Mevcut olamayacaktır. Çünkü bir tabiat kanununa karşı sizin göstermiş olduğunuz reaksiyon baş, son veyahut orta tarzında herhangi bir safha [yani kademeleşme] arzetmez. Pek mümkündür ki, sizin hayatınızın ortasında ulaş­mış olduğunuz, daha doğrusu bir kanunun esasına nüfuz etmek bakımından ulaşmış olduğunuz bir netice; ne haya­tınızın başında ne de sonunda elde edemeyeceğiniz bir ne­ticedir, yüksek bir neticedir. Eğer bir sırayı takip etmek veyahut sizdeki ruhî olgunluğu takip etmek icap etseydi; bu, aksine, hayatınızın ortasında değil, hayatınızın en son anında olması gerekirdi. Görülüyor ki, eğer etrafınızı da iyi mü­şahede etmiş bulunuyorsanız; bir kanun içinde, o kanunun esasları hakkında, detayları hakkında, müessiriyeti hakkın­da, çevresinde ve kendisinde meydana getirmiş olduğu te­sirler hakkındaki bilgileri, varlığın üst üste yığılmış 'hakle­ri gibi meydana gelmez. Şöyle ki: Varlık her an için değişik bir 'hak içindedir. O, bir sıralama yapmakla vazifeli de­ğil, aksine, etrafında bulunan müessir hususlardan istifa­de etmek zorundadır. Şöyle düşünelim: Bir yayvan kap içinde muhtelif küçük bölümler olsun. Eğer sizin dediğiniz tarz­da düşünürsek, herhangi bir küçük bölümden başlamak su­retiyle sıra ile bu küçük bölümleri bir madde ile doldur­mamız gerekir. Halbuki siz maşerî yaşayanlar için, kendi­nize göre değil, maşere göre tesirler ve rahmetler içindesi­niz. Buradan şu çıkacak ki; etrafınızda olup bitenler, size ve­rilenler, sizin şahsî ihtiyacınızdan dolayı değil, maşeri haya­tınızın ihtiyacından dolayıdır. Bunlar, teker teker değil küllıyen verilmektedir. Siz elinizdeki yayvan kabınızın küçük bölümlerini, işte, etrafınızda bulunan bu tesirleri hıfzetmek, yolunda kullanacaksınız. Hangisi önce, hangisi sonra, han­gisi şimdi, hangisi gelecekte lâzım olacak diye bir muhake­mede bulunamazsınız. Çünkü hangi kabı doldurmuş iseniz o kap sizin kabmızdır. Daha doğrusu içindeki, sizin ihtiyacınızdır. 'Hal' budur. Bu küçük kaplan numaralamış olsa­nız; ilk doldurduğunuz 25'tir, sonra 4'ü, sonra 8'i, sonra 90rı doldurursunuz. Ve nihayet yüzde yüz (% 100) de dolmuş olur. İşte yüzde yüzün (°/o 100) dolmuş olması, sizin başka bir kanuna tâbi olmanızı, yani bir 'safha' değiştirmenizi icap ettirir. Eğer bir kademeleşme sözkonusu ise, bir kademeleşmeyi şu bakımdan anlamanız iyi olur: Bir kademeleşme vardır; bu kademeleşme, varlığın ferdî realitelerinde, daha doğrusu geçirmiş olduğu 'hal'lerde değil, maşerî olarak bü­tün varlıkların içinde bulunduklan 'safha'dadır. Bir kademeleşme vardır; külliyen verilen rahmeti alabilenlerin kademeleşmesi. Çeşitli tarzlarda ve miktarlarda alabilenlerin meydana getirdiği bir sıralanma vardır. Fakat bunların herbirini ferda ferda incelerseniz, bunların realitelerinde, yani "'hal' değişimlerinde böyle bir sıralanma yoktur. O, zaten, külliyen başka bir şeyin sırasıdır. Yani, başka bir şeyde ka­deme içinde bulunmaktadır ve katiyen, böyle olduğu için halleri de kademe içindedir tarzında mantıkî bir netice yok­tur. Unutmayın ki varlık orijinaldir. Evet.

S: Vicdana bir realite dediğimiz gibi, nef saniye te de bir realite diyebilir miyiz?

P: Evet.

S: Nefsaniyetin vicdan karşısındaki durumu nedir ve aynı söylenenler dahilinde mi mütalaa etmek lâzımdır?

P: Aynen mütalaa edilir. Fark yoktur. Kanunların şümûlü ve o varlıktaki görünüş tarzı değişiktir.

S: Efendim, eğer hal böyle ise, sözgelimi bugüne kadar dünya üzerine indirilmiş olan dinlerdeki ikazları ne şekil­de tefsire tâbi tutmamız icabedecek? Orada, hepimizin malûmu olduğu üzere, daima insanlığa kendi varlığının dışına taşarak onlara hizmet şuuru ile faaliyet göstermeleri emredilmektedir, ikaz edilmektedir. Bunun daha üstün bir rea­lite olduğu burada kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu?

P: Neyin üstün realite olduğu?

S: Meselâ, nefsaniyet ve vicdan realitesinin üzerinde di­yelim, bir şuurlu hizmet realitesi...

P: Evet.

S: Burada bir sıralanış varmış gibi geliyor bize.

P: Şuurlu hizmet realitesi, vicdan realitesi olmadan ta­hakkuk edemez. Vicdan realitesinin reaksiyonu vazifedir.

S: Evet, işte bu tahakkuk edemeyiş durumu burada bir sıralanış...

P: Hayır, Alâkası yoktur. Vicdan realitesinin muayyen bir dozunu ifade eder. Herkeste vicdan vardır. Doz değişik­tir. Bir kısmının vicdanî reaksiyonu ve çalışışı, dar bir çer­çeve içindedir. Meselâ kendisi, meselâ sevdiği birkaç kişi. Bir kısmının bir cemiyet olabilir, bir kısmının bir millet ola­bilir, bir kısmının bütün insanlık olabilir. Bunlar arasında çeşitli kademeler vardır, işte vicdanın dış âlemdeki aks'i, vazife ismi altında rozetlenmiştir.


S: Yani, buradaki, bu bahsetmiş olduğunuz sıralanış, insanlık kademesine kadar kademeler halinde ortaya çıkış, aralarında fark olduğu neticesinin doğruluğuna bizi götürmektedir. Bilmiyorum, anlatabiliyor muyum? Yani, herhan­gi bir realitenin muayyen bir seviyesine ulaşan bir kimse, ancak ondan sonrakiler için bir alma imkânını kendine sağ­lamış bulunuyor.


P: Fert, esas itibariyle, orijin itibariyle en büyük rer liteye sahiptir. En büyük realite, Yaradanım bilmek, Yara- dan'ına tapmaktır. Bu, artık, realite de değildir, verite de değildir. Bu 'hal', veriteden de Önce, realiteden de öncedir. İşte bunun için, bir varlık için 'hal' değişiminden başka b1'şey sözkonusu olamaz. O, tekâmülünün muayyen bir kesiti içerisinde girmiş olduğu kozmik bir vasatın kanunları arasında, gider ve gelir. Bu gidiş ve gelişler, o varlıkta, içine bulundurmuş olduğu saf hakikatin muhtelif açılardan tema­şasını temin etmek içindir, 'Hal', 'hal’den başka hiçbir şev1 izah edilemez. Bütün 'realite' ve .'safha' denilen her şey ruhun orijin olarak kendisinde mevcut olan hakikatin kar­şısında rölatiflir. Bunların sırası, varlığın 'hal' değişim­lerine tâbidir. 'Hal' değişimleri ise, varlığın, içinde bulun­durduğu saf hakikat karşısındaki davranışıdır. Onu çeşitli açılardan müşahede edişidir. Bugünlük bu kadar.

33 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


hediye-karti.png

Sevdiklerini Mutlu Etmenin

Şimdi Tam Zamanı

İhtiyacın Olan Şey

Kendine Bir İyilik Yapmak

bottom of page